Bilbao Etkisi Nedir? Marka Mimarilerin Kentlere Etkisi
“Bilbao Etkisi Hareketi” ismini, Frank O. Gehry’nin eğrisel formlar kullanarak tasarladığı, 1997’de açıldığından beri mimarlık ve sanata ilgi duyanların çekim merkezi haline gelmiş Guggenheim Müzesi’nin bulunduğu İspanyol şehrinden almıştır. Çok fazla turist çekemeyen bir sanayi şehri olan Bilbao’da müzenin yapılmasından sonra önemli bir turizm devrimi yaşanmıştır. İlk 3 yıl içinde müzeyi 4 milyon kişi ziyaret etmiş, müze 100 milyon € kâr elde etmiştir. Bu da müzenin tüm inşa masraflarını rahatlıkla karşılamıştır. Bölge küresel sermaye yatırımları için çekim merkezi haline gelmiştir. Bilbao, bu deneyimle, kültürel projelerin bir şehrin yapılanmasında öncü rol oynayabileceğini kanıtlamıştır. Zekice düşünülmüş bir plan ve markalaşma, Bilbao’nun yıldızının parlamasını sağlamıştır.

“Bilbao etkisi” olarak adlandırılan bu üslup küresel ölçekte birçok kent için kült bir örnek oluşturmuştur. Dünya üzerinde birçok farklı coğrafyada bu etkinin izlerini görülmektedir. Küresel dünyada ki varlığını kanıtlamak isteyen birçok kent marka mimarlarla anlaşmakta, Bilbao örneğinde olduğu gibi marka projeler sipariş etmektedir. Ülkeler arasındaki küresel yarıştaki varlığını kanıtlamayı, ekonomik büyümesini finanse edecek küresel sermayeyi ve turist kitlesini kendisine çekmeyi hedefleyen birçok şehir kent siluetlerini ünlü tasarımcılara veya yıldız mimarlara teslim etmektedir. 21. Yüzyıl mimarlığı bu talepler çerçevesinde şekillenmektedir. Mimari imajlar, formlar küresel akışların etkisiyle tüketilebilir bir nesne haline gelmiştir. Hal Foster Tasarım ve Suç isimli kitabında bu konuyu şu şekilde özetlemektedir:
“…günümüz gösteri kültürünün küresel sularında ses getirebilmek için, elinizde çok sağlam taşlar olmalı: Bilbao’daki Guggenheim Müzesi gibi. Arkasına Guggenheim ile DG Bank’i almış Gehry gibi bir mimar, başka mecralardaki sanatçılar karşısında haliyle büyük üstünlüğe sahip. Bu tür müşteriler, küresel piyasada marka ismi için birbiriyle yarışır- Guggenheim adı, başka şirketlere ve devletlere satılan bir marka haline geldi zaten. Bu koşullar, medyada aynı zamanda logo olarak dolaşıma girecek bir bina yapabilen mimardan yanadır. (Bilbao, Gehry’nin eseri olan müzeyi kelimenin tam anlamıyla logo niyetine kullanır: Şehre girerken gördüğünüz ilk tabela müzeninkidir, seyahat rehberlerine Bilbao’nun adını yazdıran da o olmuştur.) Peki, neden Gehry?…” (Foster, 2002: 46).
Sykes, Yeni Bir Gündem İnşa Etmek isimli kitabında Gehry’nin Bilbao’sunun yarattığı “wow etkisi” ile çevresindeki heyecanlandırdığını fakat bunun yeterli olmadığını, yapıların mutlaka “bana bak” demekten başka söyleyecek şeylerinin olması gerektiğini savunmaktadır (Sykes, 2017: 26).
Kwinter’in sadece ses ve ışık gösterisinden ibaret olarak gördüğü Guggenheim Bilbao, Atlantik’in karşı kıyısındaki diğer Guggenheim müzelerine rağmen, Frank Lloyd Wright’ın New York’taki ünlü içe-dönük spiralli Guggenheim Müzesi’nden bile daha benzersiz etkilere yol açan simge bir yapı olmuştur. Müze inşaatının başladığı andan itibaren bu çekim gücüne kapılıp Bilbao’ya sürüklenen binlerce mimar ve ziyaretçi, yapının ileride kazanacağı gücün küçük bir göstergesi olarak kabul edilmiştir.

Markalaşmak, “wow etkisi” yaratmak, marka mimari ürün sahibi olmak isteyen tüketicilerin (çok uluslu şirketler, devletler, yerel yönetimler vb.) ikonik yapılara ve bu ikonik yapılar ile özdeşleşen star mimarlara yönelmesi kaçınılmaz olmuştur. İkonik yapılar, zaman içerisinde yapısal kimliklerinden sıyrılıp bulundukları kentlerin veya hizmet verdikleri şirketlerin birer reklam logosu haline gelmiştir. Gehry’nin Guggenheim Bilbao’su da o dönemde çökmüş bir sanayi kenti olarak nitelenen Bilbao’nun logosu haline gelmiştir. Günümüz mimarların marka değeri kazanmasının, reklam unsuru olarak seçilmesinin, marka değerinin arttıkça küreselleşmesinin yanı sıra herhangi bir eseri de içinde bulunduğu bağlamda kendiliğinden bir reklam değeri kazanabilmektedir.
Yirmi birinci yüzyılın başında mimarlık literatürüne giren Bilbao etkisi, gündelik mimarlık ve simgesel mimarlık tartışmalarını beraberinde getirmiştir. Gündelik mimarlık, pek çok şekilde Gehry’nin Guggenheim Bilbao projesi benzerlerinin antitezidir, çünkü simgesel ya da anıtsal olma tutkusuyla değil, yapının içerisinde var olduğu bağlam ve topluluk için ve onlar tarafından oluşturulan yerin özgüllüğüne yönelik bir kaygıyla yönlendirilmektedir. Müzenin metalik dış cephesi ve dalgalı formları Bilbao’nun bir çelik ve gemi yapımı merkezi olduğu eski yaşamına atıfta bulunmaktadır. Fakat Guggenheim, İspanya’nın yanı sıra Los Angeles (Walt Disney Concert Hall-2003), Chicago (Millennium Pavilion-2004) ve Cambridge, Massachusetts’inde (Stata Center-MIT-2004) aralarında olduğu farklı noktalarda ortaya çıkan ve artık Gehry’nin imzası haline gelen, son derece yansıtıcı, keskin, kıvrımlı yüzeylerin taşıyıcısıdır (Sykes, 2017: 24).



Bilbao Guggenheim ve Foster’ın Swiss Re Tower’ı gibi çok tanınmış yapılar hem içlerindeki kurumların hem de içinde yer aldıkları kentlerin reklamını yapan birer logoymuş gibi davranmaktadır. Bu durum Manfredo Tafuri gibi mimarlık kuramcısı ve eleştirmenlerinin yakındıkları mimarlığın ticarileşmesinin tamamen farklı bir düzeyini temsil etmektedir. Bu tür simge yapılar biçim ve görünürlüğü bir pazarlama tekniği olarak kullanarak, kapitalist sistemlere dahil olmaktadır. Guggenheim Bilbao bir taraftan ikonik yapı işlevi görürken, diğer taraftan da yine bu durumla ilişkili olan yıldız mimar ya da “starchitect” olgusunun altını çizmektedir (Sykes, 2017: 25).
Kaynaklar; Sykes, K. A. (Editör). (2017). Yeni Bir Gündem İnşa Etmek Mimarlık Kuramı 1993-2009. İstanbul: Küre Yayınları, 24-158 Foster, H. (2015). Tasarım ve Suç. (Çev. Elçin Gen). İstanbul: İletişim Yayınları. (Eserin orijinali 2002’de yayımlandı), 33-124. Emine OĞUZ-KÜRESELLEŞME MİMARLIK İLİŞKİSİ VE UZAKDOĞU UYGULAMALARI